27 Ocak 2013 Pazar

Borusan Klasik

Yürürken, otururken, kitap okurken, dışarı çıkmak için hazırlanırken, ders veya işte çalışırken  yani hayatımın her anında müzik dinlemeyi çok seven biriyimdir. Hatta olan bir olay sırasında dinlediğim müzikleri hatırlarım veya tam tersi müzikler bana o olayları hatırlatır. Müzik dinlerken şarkıya bazen sesli bazen sessiz bazen mırıldanarak eşlik ederim. 

Gel gelelim yazımın konusuna; radyoyu bana artık İstanbul'a yerleşen bir arkadaşım geçen hafta "Aybük biliyor musun, Borusan Klasik radyo yayına başladı." diyerek müjdeledi. Ben de bir yandan dinleyerek araştırmalarıma başladım. 

Türkiye'nin internet üzerinden yayın yapan ilk ve tek klasik radyosu 17 Ocak akşamı "Klasik Her Yerde" sloganıyla yayın hayatına başlamış. Radyonun temeli bir yıl önce atılmış. Borusan Kültür Sanat bu radyoyla sadece klasik müzik konserlerine giden insanlara değil klasik müzik seven veya sevme potansiyeli olan genç nüfusa ve hayatında hiç klasik müzik dinlememiş veya konserine gitmemiş insanlara da ulaşmayı hedefliyor. 

Ben radyoyu arkadaşım söylediğinden beri zaman buldukça dinliyorum, mırıldanıyorum hatta bir ara vals yapma çalışmalarım bile oldu, dinlemek isteyenler de burdan Borusan Klasik Radyo'ya ulaşabilirler.

20 Ocak 2013 Pazar

Bir Tenor Aranıyor

8 Ocakta sonunda zaman bulup gidebildiğim müzikal komedi...

Müzikal Ken Ludwig tarafından yazılmış. 1986 yılında West End'de, 1989 yılında da Broadway'de sahnelenmeye başlamış. Oyun o zaman 9 dalda Tony adayı olmuş ve 2 tanesini (en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen) de kazanmış. Sonrasında 2010 yılında yeniden sahneye konmaya başlanmış. O zaman da 3 dalda Tony adayı olmuş.  Kısaca ödülleri olan kendini kanıtlamış bir oyun.

Oyun bir çok dile çevrildiği gibi Türkçe'ye de çevrilmiş hatta benim görüşüme göre çok da güzel uyarlamışlar. Müzikal esprilerinin arasına güncel konulardan, Ankara'dan da espriler katarak oyunu yerelleştirmişler.

Oyunda Max karakterini canlandıran Okan Başel'i çok başarılı buldum. Hem çok iyi bir oyuncuydu hem de sesini çok beğendim. Hatta kendime kızdım; neden daha önce dikkat etmedim, hiç mi izlemedim diye. Sonra arşivlerimde ufak bir araştırma yaparak onu daha önce 14 Ocak 2012 tarihinde "Ali Baba ve 40 Haramiler" oyununda Bacaksız rolünde izlediğimi fark ettim.

Ayrıca, oyunda Maria rolündeki Sibel Kızılateş'in sesi beni çok etkiledi (içimden voaaavv dedirtip şarkı boyunca çok güzel çok güzel diye onaylatıp duran bir sesi var). Bunlar dışında da Bellboy rolündeki Umut Kosman, sanırım beni en çok güldüren oyuncuydu. Oynadığı karakter, her yerden zınk diye çıkıp şarkı söyleyerek kendi sesini kanıtlamaya çalışan bir bellboy ve Umut Kosman da bunu  oyun boyunca enerjik havasıyla çok iyi canlandırdı. 

Oyunla ilgili kesinlikle beğenmedim dediğim tek şey dansçılardı. Oyunun bir başında bir de sonunda sahne aldılar ve ikisini de çok alakasız buldum aslında aralarda bir iki yerde daha çıksalardı belki bu kadar rahatsız etmezlerdi. Ayrıca, sekronize hareket etmeleri gereken yerlerde; zamanlamayı, ellerini kaldırmaları gereken seviyeleri vb. tutturamadıklarından yüzümde dehşet ifadesiyle izledim.

Ama genel olarak bakarsak çok beğenerek ve bol bol gülerek izlediğim bir oyun oldu. Herkese gitmesini tavsiye ederim.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) Yeni Yıl Konseri


Gel gelelim yılın ilk gittiğim konserine..  5 Ocak günü ATO Congresium'da olan konser.. 


Bu konserde bana hayatında ilk defa Türkiye'ye gelmiş bir Japon arkadaşım eşlik etti. Bir huyum vardır konser öncesinde ve sonrasında yorum yapmadan duramam ama bu sefer kendimi tuttum ve konser öncesinde sadece 2 kişiden bahsettim ona. Hem beklentisini yükseltmek istemedim, hem de onun ilk izlenimlerini dinlemek istedim.

1. olarak Bujor Hoinic'den bahsettim. Daha önceki yazımda da yazmıştım; gittiğim konserlerde ilk orkestra şeflerine bakarım ve Bujor Hoinic benim en beğendiğim orkestra şefi. Şimdiye kadar kaç kez orkestra şefi, Bujor Hoinic bu konsere/baleye/operaya.. kesin bitmem lazım cümlesini kurduğumu bilmiyorum. Orkestrayı  yönetirken bir bakmışsın parçaya eşlik ediyor. Diğer bir çok orkestra şefinden farklı olarak hem seyirciyle hem de orkestrayla iyi iletişim kurabildiğini düşünüyorum.

2. olarak da ilk kez onu ODTÜ'de "Kırmızı Ev" müzikalinde dinleyip inanılmaz bir ses dediğim ve o zamandan beri de bir çok kez dinleme şansını bulabildiğim Murat Karahan'dan bahsettim. Her Murat Karahan'ın parçasının sonunda olduğu gibi yine, benim seyirciler çıldırdı dediğim (alkışlar ıstıklar bravolar vb.)  anlardan birini daha yaşadık. Keşke onu daha çok dinleme şansım olabilse dedirtiyor her seferinde..

Ve gerçekten o iki kişi muhteşemlerdi; hem benden hem arkadaşımdan ve muhtemelen salonun geri kalanından da özgüleri, alkışları topladılar :) 



Bunlar dışında, çok keyif alarak izlediğim bir konser oldu (yukarıdaki programdan da görüldüğü gibi). Mini mini çocuklar salondaki herkesin aman aman ben sizi yerimleri eşliğinde bale yaptılar; müzikal, opera, bale, orkestra hepsi bir arada çok güzeldi. 

Böylelikle Yıl Çok Güzel Başladı Umarım Nasıl Başladıysa Öyle Devam Eder...

NOT: Fındıkkıran "Spanish Dance"deki balerinin (Selin Sezer) giydiği eteğe bayıldım . Ben de olsa ne zaman nerede giyeceğimi düşünmeden evimin kenarında dursa bile istiyorum :)

13 Ocak 2013 Pazar

CSO Yeni Yıl Konseri

Yeni Yıl, Yeni Yıl, Yeni Yıl, Yeni Yıl Sizlere Mutlu Olsun!  

Herkesin en sevdiği zamanlardan biridir.. Benim için yeni yılın anlamı bir sürü konserin, ilginç etkinliklerin bulunduğu dönem demektir. Ama bu yıl 2 konseri hepsinden ayrı tutuyorum: biri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), diğeri de Ankara Devlet Opera Balesi (ADOB)..

İlk yazımda CSO'nun yeni yıl konserinden bahsetmek istedim (kronolojik sıraya sadik kalmak için).


Konser 28 Aralık günü Ankara Arena'da gerçekleşti. İnanılmaz kalabalıktı sanki bütün Ankara bu konseri bekliyormuş gibiydi; içeride ise insanlar sağa sola koşturuyorlardı beni de acaba bir şey mi kovalıyor endişesi kaplıyordu her seferinde... Ben de geçen yıl CSO'nun açılış konserinde dinlediğim Klazz Brothers'ı bir kez daha dinleme şansını yakaladığım için heyecanlıydım (ama gerçekten heyecanlı yerimde zıplama boyutunda).

Konserin orkestra şefi Erol Erdinç'ti (Ben her gittiğim konserde önce orkestra şefi kim diye bakarım). Ben nedense Erol Erdinç'i pek sevemedim. Bir seyirci olarak orkestrayı yönetirken onlarla iyi bağ kuramadığı kanaatindeyim ayrıca seyircilerle de iletişimi çok zayıf buluyorum..

"Klazz Brothers & Cuba Percussion" grubu klasik müziği, caz ve Latin müzikle harmanlayarak sizi arka fonda Mozart, Beethoven, Strauss çalarken dans ettiriyorlar. Merak edenler burdan benim dinlediklerim arasında en sevdiklerimden biri olan "Mambozart"ı dinleyip dans edebilirsiniz.

Konserin diğer bir tadı da Latin ezgileri sırasında dans etmeye başlayan çiftleri izlemekti ama benim için konserin yıldızı son parçada ortaya çıkan önce önlerde sonra da sahnede bıkmadan dans eden muhtemelen 4-5 yaşlarındaki mini mini kız çocuğuydu

12 Ocak 2013 Cumartesi

O Zaman Artık Başlıyoruz

Ben yıllardır konserlere, tiyatrolara giden biriyim.. Her gittiğim etkinliğin biletini, broşürünü saklarım, sonra bir baktım ortada ciddi bir koleksiyon oluşmaya başlamış. Ehh bu arada ben de pişmeye başlamışım daha önce hiç anlamadığım konularda (mesela orkestra şefi şu konserde çok iyiydi, bu oyuncu çok iyi veya bu eser çok kötü yorumlandı gibi) fikir sahibi olmaya başlamışım. Bunlar da yetmedi artık gittiğim etkinliklerde içerisi karanlık gibi düşünmeyip fikirlerimi etkinlik sırasında yazıya dökmeye başladım.

Madem öyle yazılarımı kağıda değil de neden blog oluşturup ona yazmayayım dedim :) Böylece artık ben de buradayım.

Konuda uzman kesinlikle değilim sadece 15 yıldır piyano çaldığım için müzik kulağımın olduğunu savunurum :)  Eleştiririm eleştirmeyi severim.

Etkinlik mi geliyorum...